Friday, April 3, 2009

Tesaduf

bahar'a gore soguk bir pazartesi, sabah 06:50. h, uzun bir otobus yolculugu ardindan izmir'den ankara'ya donmus, apartman kapasindan iceri girmek uzere, bir yandan da telefonda izmir'de biraktigi ozlemlerle konusuyor: "evet rahat gecti yolculuk. geldim, geldim.". tam o sirada tesaduf seytani dolasiyor etrafta. h "geldim" dedi, merdiveninin basinda agirsiklet bir bavulu cikarmaya ugrasan kiz soluk soluga: "zahmet olmasin size...". ondan daha hobbit olan arkadasi yalvarir bir bakisla tamamladi zinciri. h tesadufleri sevmediginden soz ve bakis vicdanina dokunmadi, ama merdiven basindakinin bilmeden yaptigi topuguna egilip ayakkabisini gevsetme cabasi dokundu, zira topuga vuran ayakkabinin acisini iyi bilirdi. "geldim!!!". seytan bir baska apartman kapisina dogru giderken, h biri ufak digeri tefek iki kizin bavullarini tasidi. "ne zahmet ettiniz!" dedi ufak olani. "ne demek" dedi h, tefek olani bu sefer de "tevazuya gerek yok" bakisi gonderdi, bunun yerine "ben de ne demek oldugunu merak ediyorum" deseydi o O'ydu (ama bir yandan da iyi ki degildi). cunku h mecaz kullanmamisti, gercekten bu afaki kelimenin anlamina yoğunlasmisti, ne demekti bu 'zahmet'? anlamini aradigi kelimelerin hikayesini kurmak yillardir yaptigi sizofren eylem. yine oyle oldu. vakti zamaninda civar koylerden birinde bir ahmet yasarmis. bu ahmet oyle bir sevgi insaniymis ki, hani boyle "ben bu insana nasil bir iyilik yapabilirim?" diye surekli gozunun icine bakarmis. zamanla ahmet ismi iyilik ile esanlamli kullanilir olmus, "ahmet ettiniz", "ahmet etmeyin lutfen" gibi yapilar dile gelmis. yillar icerisinde kelime dilde yayginlasarak 'zahmet' sekline donusmus. iste boyle. saat 07:05. pazartesi bahar'dan azar isitince biraz daha isindi. h evin kapisindan girerken, "ayakkabiyi bir numara daha buyuk alsaydi keske" diye dusundu. tam da o sirada tesaduf seytani...